28 Nisan 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / İSLAM ANLAYIŞINDA HURÂFENİN ÇERÇEVESİ
İSLAM ANLAYIŞINDA HURÂFENİN ÇERÇEVESİ

İSLAM ANLAYIŞINDA HURÂFENİN ÇERÇEVESİ RAMAZAN ALTINTAŞ

Giriş
Bu makalemizde hurâfe kavramı ve çıkış nedenleri üzerinde duracağız. Çünkü hurâfe bilinmeden doğru bir şekilde İslam’ın ne olduğu kavranamaz. Zaman içerisinde bir takım aslı astarı olmayan bâtıl inançlar, İslam’ın yerini alabilir. Bu da sağlıklı İslam anlayışını önler. İşte biz bu makalemizde hurafenin tanımını verdikten sonra, çıkış sebeplerine değineceğiz, sonra da hurafeye karşı nasıl tedbir almamız gerektiği sorusuna cevap arayacağız.
Hurâfenin Sözlük ve Terim Anlamları
Sözlükte “bunamak” anlamına gelen ve haref kökünden türemiş bir isim olan Hurâfe kelimesi, akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz, demektir. Hurâfe, uydurma, yalan hikâye, rivâyet, masal, efsane gibi gerçek dışı kabul edilen nakil ve rivâyetlere de denilmiştir. Ayrıca hurafe, Arap kabilelerinden Uzle (veya: Ozre) kabilesine mensup bir şahsın ismi olup, anlattığı inanılmayacak şeylere de hadîsi hurafe, yani uydurma söz denir.2
Hurâfenin asıl terim anlamı, “yalanla süslenerek hoş gösterilen aldatıcı sözler”dir.3 Kısmen, kadim kültürlere ait mitoloji, masal, efsane gibi şeyler de bu tanım içerisine girer. Mitolojide, halkların inanç, kültür, duygu ve düşüncelerinin aktarımı da söz konusudur. Bir hakikati dile getirmek gerekirse, mitoloji hurafenin tam karşılığı değildir.
Her ne kadar hurâfe kelimesi Kur’an’da doğrudan geçmese de, onunla anlam yakınlığı bulunan eşdeğerde başka kavramlar geçmektedir. Bu kavramlar arasında Kur’an’da kalpleri hurafelerle dolu olan, bu sebeple de gerçeği anlama yeteneğinden yoksun olan müşrik ve inkâra şartlanmışların, Kur’an’ı ve âyetlerini, karşılaştıkları her mucizeyi, öldükten sonra diriltilme inancını öncekilerin uydurduğu masal ve hurafe anlamında “esâtîr”4, Kur’an’a yöneltilen itirazlar bağlamında, uydurma anlamına gelen “ihtilâk”5, “tekavvül”6 ve önceki milletlerin geleneği anlamında “huluku’l-evvelîn”7 gibi kullanımlar sayılabilir. Görüldüğü gibi Kur’an’da geçen bütün bu kavramlar, hurâfe kelimesinin müterâdifi (eşanlamlısı) olarak geçmektedir.
Hurâfeyi Ortaya Çıkaran Sebepler
Hiç kuşkusuz, zan ve vehim ürünü olan hurâfe ile sanal din görünümünde bulunan bid’at arasında farklılıklar vardır. Hurâfe, dinde bulunmayan şeylerin varmış gibi gösterilmesi yönüyle “sonradan icat edilmiş şeyler” demek olan bid’ata benzemekte ise de ondan ayrıdır. Çünkü bid’atların her çeşidinin boş ve asılsız olduğu söylenemez. Yani, dinle yakın bir ilişkisi vardır. İnsandaki gelişmeyi ve yenilenmeyi sağlayan bid’atlar da bulunmaktadır (ki bunlar “bid’at-i hasene” diye anılır). Bunlar dinde önceden bulunmasa da onun özüne ve amaçlarına ters düşmemektedir. Hurâfenin ise, aslı esası olmadığı gibi olumlu bir yönü de bulunmamaktadır.8
Toplumların dinsel yaşam tarzlarını konu edinen ‘Dinler Tarihi’ kitaplarına baktığımızda, insanlar ne zaman tevhid inancından sapma göstermişlerse, hurâfelerin bütün insan hayatını doldurmağa başladığını görürüz. Bundan dolayı, sadece bir olan Allah’a bağlılığa ve sadece O’ndan yardım istemeye davet eden bütün peygamberler, kendi dönemlerinde ortaya çıkan hurâfelerle mücadele etmişlerdir.9
Hurâfenin pek çok menşeinden birisi de dünyevî olanın dinîleştirilmesidir. Bunun başında geleneklerin kutsallaştırılması gelir. Bilindiği gibi gelenek, toplumsal bilinçte önceleri dünyevî kurallar bütünü olarak algılanırken belli bir süreçten sonra dinî bir nitelik kazanmaya başlar. Bunun yegâne sebebi, dinde aklî içtihat alanının tıkanması sonucu, geleneğin dinîleştirilmesidir. Halbuki din, geleneğe yol gösterirse, hurâfeler barınamaz. Bunun aksi olur da gelenek dine yol göstermeye kalkarsa, orası artık bir hurâfe darphânesi ve üretim merkezi haline gelebilir. Dolayısıyla, dinîleşen gelenek beraberinde donukluğu, dogmalaşmayı ve mevcudun meşrulaştırılarak tecvizin otoriteleşmesini getirir. Böyle bir zihniyette toplumun önünü açıcı ve dinin aktüel değerine yeni ve zengin boyut katma anlamında her türlü yenilenmenin önü tıkanacağı için sorunlar hurâfelerle aşılmaya çalışılır. Dahası, sorunların çözümünde din kisvesine bürünen hurâfeler, hal çaresi olarak görülür.
Bir yönüyle hurâfe, aynı zamanda insanın inanan bir varlık olduğunun daha doğrusu, inanmaya ihtiyaç duyduğunun da bir kanıtıdır. Çünkü din, fıtrî bir olgudur. Birey ve toplumların bu yöndeki ihtiyaçları giderilmezse, birey ve toplum din alanında oraya çıkan boşluğu hurâfelerle gidermeğe çalışacaktır.
Geçmişte, hurafenin tanımında da değindiğimiz gibi, hurâfenin dolayımsı destekçileri arasında kültürel bir form olarak mitoloji de yer alır. Çünkü mitoloji, ilkel kavimlerin ve ilâhî dinlerin yol göstericiliğinden sapmış olan toplumların, tanrıların doğuşu, dinî ritüeller/âyinler ve evrenin oluşumu gibi konularda ortaya çıkan temel insanî sorunları çözmek için başvurulan efsaneleri inceler. Her ne kadar mitolojide hayal mahsulü olaylar yaratılmışsa da bunlar, toplumların düşünce, yaşam, inanç ve kültürel formlarından kopuk değildir. Bir çeşit mitler, toplumların şifahî yoldan kutsal ve tarihlerinin, masal, büyü, destan ve efsaneler gibi yöntemlerle nesilden nesile aktarımıdır. Miti yaratan şey, insanın eğilimleridir. Bu eğilim, insanî duygular plânında dış dünyayı anlama ve yorumlama çabasıdır.10
Bir başka etken de psikolojiktir. Yani, insanın içinde taşıdığı, büyüttüğü ve çözümünü bulamadığı, bir takım korkulardır. İnsan bu korkulardan uzaklaşmak için yeni yeni hurâfelericad eder ya da mevcutları inanç haline getirir. İnsan, yegâne güven kaynağı olan Allah’la ilişkisini yakîni bir düzeye çıkarmadığı zaman kendi zihniyet dünyasında ürettiği varlıklardan Allah’tan korkar gibi korkmaya, Allah’tan ister gibi istemeye başlar. Toplumların hayatında türbeperestlik, ağaç-orman kültü ve uğursuzluk gibi konular buna örnek gösterilebilir.
Hurâfenin çıkış sebepleri arasında insanın menfaatine düşkün olması da yer alır.11 Özde insanın menfaatine düşkün olması, negatif bir duygu değildir. Negatif olan bu menfaat duygusunun kötü yönde kullanılmasıdır. Kişisel yarar ve bencillik duygusu, insana hayatının değişik gelişim safhalarında eşlik eder. İnsan belirli bir varlık üzerinde saygı ve ibadetini toplamakla kalmaz, görüş ve kişisel yararlarına göre birini bırakıp diğerine tapabilir. İşte Allah’tan başkasına tanrısal nitelikler atfetmeye koşanın hedefi, sırf bencil, kişisel yararlarını gerçekleştirmektir. Artık o kimsenin mabudu tek değildir, birinden diğerine geçebildiği varlıklar kadar çoktur. Allah’a şirk koşan, aynı zamanda insan hayatındaki üstün hasletleri de tanımayandır.12 Allah’tan başkasına boyun eğicilik inancı olan şirk, bir şahsiyetsizlik, yalancı dostluk ve güven temelinden yoksunluktur. Böyle çift tabiatlı bir insan, şahsiyet travması yaşamaktadır. İslam tevhid eğitimiyle bu travmayı ortadan kaldırmaya çalışır. Dahası İslam, bizim Allah’ı hissettiğimizi, O’nun bizde yaşadığını kabul eder. Biz bu şahsi ve varlıksal deneyimle, Allah’ı sahte tanrılardan ayırt etmek bilincine ve “Allah’tan başka bir tanrının olmadığını” kabul ve şehadet etmek kudret ve kabiliyetine ulaşmış oluruz.13
İslam dünyaya açık bir dindir. İslam’ın evrenselliği de buradan gelir. Onun davet haritası bütün insanlığı içine alır. İslam’ın yayılış yıllarında Müslümanlar farklı kültür, din ve medeniyet kodlarına sahip topluluklarla karşılaştı. Hatta fetihler sonucu İslâm’a giren farklı din ve kültürlere mensup insanlar, geleneksel düşünce ve inanç biçimlerini de beraberlerinde getirdiler. Bu karşılaşma neticesinde İslâm’la çatışan birçok bid’atın yanı sıra hurâfe de aktarılmış oldu. Özellikle Anadolu’nun Sümerler, Etiler gibi, İslam öncesi Anadolu medeniyetlerine de beşiklik etmesi ve kıtalar arası göçlerin kesişim noktasında bulunması hasebiyle birçok yabancı din, kültür ve zengin medeniyet birikiminin mayalandığı bir mozaik haline geldi. Örneğin, bazı bâtıl inanç ve hurâfeler, eski Mısır, Babil, Hint, Acem, Fenike, Roma ve Helenler gibi ilk çağlardan aktarılmış ve bazıları da Yahudi, özellikle Hıristiyan ve Şaman medeniyetlerinden tevarüs etmiştir. Bugün dünyada Müslümanların yaşadığı bölgeler geçmişte hurâfelerin bolluğu ile meşhur mekanlardır. Hint, İran, Mısır, Keldanistan, Filistin, Mezopotamya ve Küçük Asya çeşit çeşit kâhinler yetiştirmiş, acayip ve tuhaf inançlara sahne olmuştur. Şöyle ki, yıldızların durum ve hareketlerinden bir takım hükümler çıkarma adeti Keldanilerden, türbelerde kandil yakma adeti Fenikelilerden, sihir, remil, bakla dökmek ve fala bakmak Mısır ve Asurlulardan, güvercinin kutsal bir kuş sayılması Süryanilerden, Kaf dağı ve Anka kuşu efsanesi İranlılardan, uğur ve uğursuzluk sayma inancı Roma ve putperest Araplardan, baykuşun uğursuz sayılması Romalılardan, türbeperestlik ise Hıristiyanların Aya inancından geçmiştir.14 Belki günümüzde bu medeniyetlerin büyük bir kesimi tarih sahnesinden silinmiştir ama, onlardan intikal eden hurâfeler nesiller boyu aktarıla aktarıla bugüne kadar gelmiştir.
Bilindiği gibi çağımızda bilim ve teknolojinin ilerlemesi bir takım güç artışlarını da beraberinde getirmiştir. Bu güç sayesinde sanal hurâfelerin taşınması da kolaylaştı. Örneğin eskiden Şeyh Ahmet vasiyetnâmesi adı altında kapı kapı dağıtılan ve bunu eğer 10 kişiye postalamazsanız duânız kabul olmaz, eviniz yıkılır ve ölürsünüz, mesajları bir hurâfe olarak artık günümüzde e-maillerle gönderiliyor. Bu da hurâfelerin sanal ortamlar ve âlemler kanalıyla daha bir yaygınlık kazanmasının çarpıcı örneklerinden sadece birisidir. Daha bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Sonuç
Hâsılı kelam, her fırsatta insanı hakka, doğruya, gerçeğe, tabiatın ve hayatın sırlarını anlamaya çağıran İslam dininin hakla, gerçekle ve dinle hiçbir alâkası bulunmayan boş ve manasız inanç ve adetleri hoş görmesi düşünülemez. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünneti Müslümanlar için bir çerçeve çizmiştir. Kur’an’da Hz. Peygamberin verdiklerini almamız, yasak ettiklerinden sakınmamız emredilirken15 tereddüde düşülen ve çekişilen hususların çözümünün Allah’a ve Peygambere havale edilmesi istenir.16 Hz. Peygamber de Kur’an’a sarıldığımızda sapıtmayacağımızı haber verir.17 Yabancı kültür ve medeniyetlerden inanç, adet ve gelenek şeklinde yapılan alıntıları bu çerçeve içinde değerlendirmek ve İslâm’ın amaç ve ilkeleri ile bağdaşmayanları ayıklamak gerekir.18
Bir diğer önemsenmesi gereken husus da, tabiatın asla boşluk kabul etmeyeceğini bilmektir. O halde yapılması gereken dinde yenilenmenin önünü açmaktır. Geleneğin dinîleştiği bir toplum, son derece hurâfe üretmeye müsait bir hale gelmektedir. Bir nevi halk, yaptığı işlerin meşrûiyetini dinî argümanlarla test etmek istiyor. Eğer sağlıklı bir din eğitimi ve öğretimi verilmemişse, o takdirde imkânsızlıklar sonucu sanal din anlayışlarına sarılmayı ve uydurma ile süslenmiş hurâfeleri çözüm olarak görüyor. Yapılması gereken toplum hayatında epistemolojik düzeyde dini, etkin bir güç haline getirmektir. Bu konuda yaygın ve örgün din eğitimi alanında yazılı ve görsel iletişim araçları da kullanılarak bir seferberlik başlatmak gerekiyor. Burada, başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve İlâhiyat Fakülteleri’ne büyük işler ve görevler düşmektedir. Bu kurumlar, medyayı da yanlarına almak sûretiyle, müşterek işbirliği yaparak halkımıza doğru bir din anlayışının verilmesi konusunda projeler geliştirmekle kalmamalı, hurâfeler konusunda te’lif ve kültürel faaliyetler gibi aydınlatıcı çalışmalar içerisine girmelidirler. Çünkü hurâfeler, din eğitiminin sağlıklı bir şekilde verilmediği, artı bir de buna ekonomik krizlerin eklendiği bir toplumda ‘din’ olarak algılanmaya başlıyor. Böylesi ortamlar da umut tâcirlerinin işine yarıyor. Unutmayalım ki, her türlü yoksulluğun kuşattığı beyinler, şeytanın faaliyette bulunması için imkanlar yaratmaya yarar. Kısacası, İlâhi öğretinin diliyle söylemek gerekirse, “hak” gelmeden “bâtıl” gitmiyor.

Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Dekanı.
İbnü’l-Esîr, ‘IzzuddînEbu’l-Hasan Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, (thk. T. Ahmed ez-Zâvî-M. Muhammed et-Tanâhî), Beyrut, 1981, II, 24.
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 24-25; İbnManzûr, Ebu’l-FadlCemâleddîn, Lisânü’l-Arab, Beyrut,1990, IV, 65.
Bkz. el-Enfâl 8/31; en-Nahl 16/24; el-Furkân 25/5; el-Ahkâf 46/17; el-Kalem 68/15; el-Mutaffifîn 83/13; el-En’âm 6/25; el-Mü’minûn 23/82-83; en-Neml 27/67-68.
Sâd 38/7.
et-Tûr 52/33.
eş-Şuarâ 26/137.
Çelebi, İlyas, “Hurafe”, İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul, 1997, II, 302.
9Bkz. Sarıkçıoğlu, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 2002, s. 420-422.
1Bkz. Özlem, Doğan, Felsefe ve Doğa Bilimleri, İzmir, 1995, s. 167.
el-Âdiyât 100/8.
1Bkz. Behiy, Muhammed, Mefâhîmü’l-Kur’an, Kahire, 1973, s. 74-77.
1Lahbabi, M. Aziz, İslam Şahsiyetçiliği, (çev. İ.Hakkı Akın), İstanbul, 1972, s. 45.
Günaltay, Şemseddîn, HurâfattanHakîkate, (haz. A. Gökbel), İstanbul, 1997, s. 293-296.
el-Haşr 59/7.
en-Nisâ 4/59.
Bkz. Ebû Davud, “Menasik” 57; İbnMâce, “Menasik” 84.
1Çelebi, “Hurafe”, II, 304.
Behiy, Muhammed, Mefâhîmü’l-Kur’an, Kahire, 1973.
Çelebi, İlyas, “Hurafe”, İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul, 1997, II, 302.
Günaltay, Şemseddîn, HurâfattanHakîkate, (haz. A. Gökbel), İstanbul, 1997.
İbnManzûr, Ebu’l-FadlCemâleddîn, Lisânü’l-Arab, Beyrut,1990,
İbnü’l-Esîr, ‘IzzuddînEbu’l-Hasan Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, (thk. T. Ahmed ez-Zâvî-M. Muhammed et-Tanâhî), Beyrut, 1981.
Lahbabi, M. Aziz, İslam Şahsiyetçiliği, (çev. İ.Hakkı Akın), İstanbul, 1972.
Özlem, Doğan, Felsefe ve Doğa Bilimleri, İzmir, 1995.
Sarıkçıoğlu, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 2002.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul